Ziya Gökalp'in Eserlerinde Türkçülük ve Turancılık

 

Ziya Gökalp Kimdir?

Mehmet Ziya ya da iyi bilinen kalem adı ile Ziya Gökalp 1876 veya 1875 yılları arasında Diyarbakır’da doğmuştur.

Gökalp’in çocukluk yılları Osmanlı İmparatorluğunun radikal değişikliklere imza attığı bir dönemdi. Osmanlı imparatorlu I.Meşrutiyeti ve özgürlüğü tatmış ve onun peşi sıra imparatorluğa demir bir perde gibi çöken devr-i istibdat başlamıştı. Baskıcı II.Abdülhamit iktidarı muhalif gazeteleri kapatıyor gizli polislerle ve örgütlerle vatandaşa göz açtırmıyordu.Cumhuriyet kahramanlarından Kazım Karabekir’in anılarında bu devir hakkında şöyle söz edilmekte idi ‘ Bu dönemde Girit,Makedonya,kanun-i esasi,hürriyet,vatan,cumhuriyet,zülüm,adalet,millet,burun(II.Abdülhamitin büyük burunlu olmasından ötürü),tahta kurusu(tahtı kurusunun manasına gelebileceği için) yasaklanmıştır’

Bu zor dönemlerde büyüyen Ziya Gökalp değişmekte olan Osmanlının çehresinden etkilenmiştir. Gökalp’in ataları Diyarbakırın kuzeybatısında küçük bir kasaba olan Çermik’ten gelmişlerdir. Çermik etrafı Kürt kasabaları ile çevrili bir Türkmen kasabasıdır. Bu da Ziya Gökalp’in Kürt olduğu doğrultusundaki iddiaları çürtür. İlkokulu bitiren Ziya Gökalp, Diyarbakır Askeri Rüştiye’sine girdi ve çağın diğer parlak zekalı Anadolu çocukları gibi o da imparatorluğun başkenti olan İstanbul’da bir okula gitmeyi düşünüyordu. Ancak 14-15 yaşlarında iken babasının ölümü nedeni ile eğitim hayatını Diyarbakır İdadisinde sürdürmek zorunda kaldı. Küçük  yaştan itibaren edebiyata büyük ilgi gösteriyordu  Aşık Garip,Şah İsmail destanlarını okudu. Amcasından Arapça ve Farsçayı öğrenerek İbni Sina,Farabi gibi yazarlarla tanıştı.

Gökalp kendisine II.Abdülhamit döneminde sürgüne uğrayan Namık Kemal,Ziya Paşa,Ahmet Mihtat Efendi gibi isimleri örnek aldı. 1909 da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresinde Diyarbakır temsilciliğini üstlendi. Pek çok eser yayımladı İstibdat devrini bitiren II.Meşrutiyet hareketi ile ivme kazandı. Artık kendisi İstanbul’da aktif  bir şekilde yazarlık mesleğini icra etti.Genç kalemler dergisini çıkarttı. Birinci Dünya Savaşından Osmanlının yenik ayrılması Gökalp’in yazım hayatını sekteğe uğrattı. 1919da Malta adasına sürüldü. Burada da Türkçülük Turancılık emelleri uğruna işler başardı. 1921 yılında ‘Benim bedenimin babası Ali Rıza Efendi,hislerimin Namık Kemal,fikirlerimin Ziya Gökalp’tir’  diyen Mustafa Kemal Atatürk kendisini anayurda geri getirdi. Gökalp arkadaşlarınca bir bilim adamı olarak tanımlanır. Ciddi ve sesiz bir kimse olan Gökalp, şaka ve espriden haz etmezdi. Çok alçakgönüllü ve son derecede çekingendi.Kendisi 25 Ekim 1924 de Türklük ve Türkçülük için çalışmış naciz ruhunu bu dünyadan ayırdı. Gökalp kendi gözleri ile Turanı Türk birliğini göremese de ona gidecek yolun haritasını bizlere çıkarttı.

Türkçülük Nedir?

Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Kelimenin sonundaki ek, yerine göre, mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır.Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkumdur. Eğer bu millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok olmaktır.Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.

Türkçülük, büyük Türkelinde, Türk uruğunun kayıtsız şartsız hakimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.Bu ülkü, geçmişte, birkaç kere gerçekleşmişti. Büyük Türkçülük ülküsü ve inancı ile yetişen gençlik sayesinde yarın yeniden gerçek olacaktır.

Türkçülük, temel olarak dört kaynaktan gelmektedir

1. Kökü çok eski olan ve Türk uruğunun şuuraltında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik;

2. Tanzimat”tan sonra, Avrupa”daki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbik olunmasını isteyen milliyetçilik hareketi;

3. Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyle doğan tepki;

4. Türklerin 300 yıldan beri çektikleri büyük sıkıntılar.

Bu dört kaynaktan gelen düşünceler birbiriyle kaynaşıp yoğrularak bugünkü Türkçülük ortaya çıkmıştır.

Türkçülük ülküsü bizden amansız bir görev ahlakı istiyor. Subay hiç yorulmadan altı saatlik talimini yaptırırsa, öğretmen bıkmadan öğreticilik işini yaparsa, memur sinirlenmeden halka kolaylık göstermeye devam ederse, doktor her şeyden önce yurttaşlarının sağlığı ile ilgili olursa, öğrenci her şeyden önce dersini bellemeye çalışırsa ve bütün görevlerle rütbeler arasında ne caka, ne gösteriş, ne dalkavukluk, ne de ilgisizlik olmadan bir ahenk kurulursa, aşağıdakiler yukarının buyruğunu ukalalık saymaz, yukarıdakiler de aşağının doğru ihtarlarına kızmazlarsa, bütün karşılıklı işlerde, görüşme ve konuşmalarda ne ikiyüzlülüğe kaçan nezaket, ne de kabalığa kaçan sertlik bulunmazsa, görevin bizden istediği şey yapılmış olur.

Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir. Her önüne gelen Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçüyüm diyen de Türkçü olamaz.

Her Türkçü, bulunduğu yerin görevini inançla yaparsa, Türkçülük ülküsü sağlamlaşır. Türklük güçlenir.

Türkçülerin ilk işi, görevlerini, arınmış gönül ve inanmış yürek ile yapmaktır.

Turancılık

Turancılık tüm Türk milletlerinin tek çatı altında yaşamasını amaçlayan siyasal akımdır. Bu akım ilk başta 1905 Rus devriminden önce Azeri ve Tatar aydınlar tarafından ortaya atılmıştır. 1908 II.Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Anadolu Türklerinin bağrına düşmüştür. Türkçü ve Turancı hareketin liderlerinden biri Ziya Gökalp’tir. Gökalp ‘Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne de Türkistan büyük ve müebbet bir ülkedir Türklere Turan’ dizeleri ile bu akımın ana sloganını ve doktirinini yaratmıştır. Turancılık görüşü sadece Türk esnafında köylüsünde değil paşalarında da vuku bulmuştur. Misal 1908-1922 yılları arası Enver Paşa Rusya’da Turancılık fikrini canlandırmaya çalışırken vefat etmiştir. Örneğin Mustafa Kemal Paşa Türk birliği için şu sözleri söylemiştir ‘Sovyetler birliği er geç dağılacak bir devlettir bu sebeple biz Türklerin her daima tetikte olması gerek. Dil Irk Kültür kardeşi olduğumuz bu toplumlara sahip çıkmak bizim borcumuzdur bu yüzden aramızda ki bağı asla kopartmak adına Dile ve Tarihe muazzam önem vermeliyiz’. 

Turancılık Atatürk’ün vefatından sonra var gücü ile devam edip yükselmiş ileri gitmiştir 1930’lu yıllarda güncel Turancılığa da örnek olacak H.Nihal Atsız,Alparslan Türkeş ve Nejdet Sancar gibi isimler orta çıkmıştır.Turancılık yalnızca Türkiye sınırlarında sıkışmamış aynı dil ailesinin fertleri olduğumuz Macaristan’a da yansımıştır. Budapeşte’de bir Turan Cemiyeti kurulmuş uzun süreler faaliyet göstermiştir. Günümüzde Turan Olimpiyatları bu sebeple Macaristan’da yapılmaktadır. Günümüz dünyasında ve Türkiye’sin de Turancılığa olan ilgi bir hayli yüksektir. Hala bir çok kişi biz göremesekte Türk birliğini torunlarımız görecek inancı ile yaşamaktadır.

Tarihte Turanı kuran büyük Türkler vardır. Bunlar Mete Han, Bumin Kağan, Cengiz Han, Emir Timur ….vb şeklinde gider Turan işi bir macera işi değildir somut gerçekler demektir. Türkçülük Türk milleti diğer milletlerden üstün tutmak,Turancılık üstün olan Türk milletini birleştirme tek devlet çatısı altında tutma ödevidir. Yunanların Megali İdeası, Almanların Büyük Alman İmparatorluğu ülküleri varsa bizimde Turan ülkümüz vardır. Çünkü bir hedefi olmayan milletler yıkılmaya mahkumdur tarih duraksayanı affetmez siler geçer.

Dilde Türkçülük

Dil bir milletin en değerli malıdır.

Ordusunu kaybeden bir millet tehlikededir. İstiklalini kaybeden bir millet korkunç bir felakete düşmüştür. Dilini kaybeden bir millet ise yok olmuş demektir.Bir milleti sömürmenin bazı yolları vardır öncelikle onlara süslü hediyeler verirsin gözlerini boyarsın. Sonra hammaddelerini çalar işler onlara satarsın. Bir süre sonra artık tamamen sana bağımlı hale gelirler. Kültürünü empoze edersin. Ve son öldürücü darbe olarak dilini dayatırsın. Bugün zamanının İngiliz Fransız sömürgesinde olan Afrika ülkeleri milli benliklerini kayıp etmişlerdir. Devletin resmi dili İngilizce,Fransızcadır. İnsanların isimleri İngiliz Fransız isimlerine göre konur. Ülkeye inancı benliği unutturulur ve o ülke artık her şeyini kayıp etmiş demektir.

Verdiğimiz örnekte de görüdüğünüz gibi bağımsızlığın en önemli esası dildir. Çoğu millet esaret altında olsa dahi dillerini korudukları sürece bağımsızlıklara yarın doğacak tan kadar yakındır.

Türk dili eski çağlarda çobandan kağana kadar aynı biçimde konuşulan ve anlaşılan güçlü ve temiz bir dildi. İçinde yabancı sözcük ve kural yoktu. Fakat Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçilişi ve dini görüş olarak Manihizmin benimsenmesi dilimize yeni kelimeler ekledi. Fakat asıl büyük bozuluş bundan iki asır sonra Talas savaşında oldu İslamiyete geçişimizle beraber dilimizi muhafaza edemeyerek Arapça ve Farsçanın yoğun etkisi altında kaldık.Türk dili değişti Allah ve Rabb Tanrıyı kovdu. Milli kültürümüzün en mühim tuğlası olan dil ağır hasar aldı. Sonrasında Tanzimat’la beraber Türk dilini sadeleşme çabaları başladı. Ziya Gökalp’te bu başarının mimarlarından biri olarak tarihe geçti. Türk dilinin sadeleşmesi Anadolu’da ki okur yazarlığı artırdı. Artık edebiyat ve yazılı sanatlar toplumun ortak malı oldu. Sade duru bir dile esasen Mustafa Kemal’in Harf devrimi ile bir adım daha yaklaştık.  Fakat son zamanlarda dilimize hücüm eden İngilizce ve Fransızca kelimeleri önlemezsek bunca çaba boşa gidecek demektir.

Ahlaki Türkçülük

Merhum Ziya Gökalp, Türklerin ahlakta birinci olduğunu söylerken, milli bir övünme duygusuna kapılmış değildi. Çok tarih okumuş, milli maziyi öğrenmiş ve düşmanlarımızın bizim hakkımızda söylediklerini belledikten sonra bu hükmü vermişti. Ahlakın meydana gelmesinde en önemli sebep soydur. Bir toplumun ahlakı, soyunun karışması ile değişebilir.

Türk ahlakı en eski çağlardan beri toplumcudur. Yani Türklerde toplumun menfaatı insanlarınkinden üstün tutulur. Bununla beraber kuvvetli şahsiyetler daima saygı görmüşler ve topluma faydalı olmuşlardır. Ferdiyete değer vermeyen Türk ahlakı, şahsiyete saygı göstermiştir.

Milattan önceki yüzyıllarda Hunlar, çocuklarını, topluma faydalı olabilecek bir terbiye ile yetiştirirlerdi. Topluma faydası dokunamayacak kadar yaşlanmış olanlar ise intihar ederlerdi.

Askeri ruh, hayatın her yerinde hakimdi. Savaşta ölmekten gurur duyarlar, yatakta ölmekten korkarlardı. Bu ihtimalle benizleri sararırdı. İslamiyetten önceki Türklerde İslamlığın cenneti gibi bir vaad yoktu. Böyle olduğu halde, şeref saydıkları için, savaşta ölmek isterlerdi.

Bir milletin yükselmesi için birinci şart olan disiplinde eşleri yoktu. Meşhur Mete Han, sadakatlarını denemek istediği askerlerine, sevgililerine ok atmayı emrettiği zaman, bu buyruğu hepsi yerine getirmişlerdi.

Doğru sözlü idiler. Hunların baş düşmanı olan Çinliler bile onların çok doğru sözlü olduklarını, o kadar ki, verdikleri sözü her daim tuttuklarını yazarlar.

Açık sözlü idiler. Dalkavukluğun ne olduğunu bilmezlerdi. Vicdani kanaatlarını hiç çekinmeden söylerlerdi. Hükümdarlar da bu sözleri hiç kızmadan dinlerler ve doğru bulurlarsa uygularlardı.Türk beğleri dalkavukluğun ne olduğunu bilmedikleri,devşirmeler ise bunda pek usta oldukları için, II.Murad çağından sonra memleketin yüksek mevkilerine devşirmeler gelmeye başlamış ve milli ahlakın bozulmasına sebep olmuşlardır.

Türkler, en eski çağlardan beri kımız, şarap ve rakı içerek sarhoş olurlar, fakat ciddiyetlerini, vakarlarını asla bozmazlardı. Ziya Paşa”nın XIX. Yüzyılda yazmış olduğu:

Bed-maye olan anlaşılır meclis-i meyde İşret, güher-i ademi temyize mihektir.

(Beytini sanki hepsi biliyordu. Değil sarhoş olup cıvımak, sendelemek bile ayıptı.)

Biz bu Türk ahlakına tam olarak sahip bulunduğumuz zamanlarda yükseldik. Yabancıların ahlakını alarak bozulduğumuz zaman düşüp geriledik. Yükseldiğimiz zamanlar bu toprak, büyük milli davalar için kendilerini feda eden; yalan, iki yüzlülük bilmeyen, vicdanını satmayan insanlarla dolu idi. Niğbolu”da 60.000 Türk, birleşik Avrupa”yı yenerken; Yavuz, korkunç çölleri aşarken; Kanuni, boy ölçüşmek için Charles-Quint”in ordusunu ararken böyle yıkılmaz ruhlu bir topluma dayanıyordu.

Ahlak, millet yapısının temelidir. O olmadan hiçbir şey olmaz

Siyasi Türkçülük

Türkçülük siyasî bir fırka değildir. İlmî, felsefî, bediî bir mekteptir. Türkçülük büsbütün siyasî mefkûrelere bigâne kalamaz. Türk harsı sair mefkûrelerle birlikte siyasî mefkûrelere de maliktir. Türkçülük asrî bir cereyandır ve asrî mahiyette bulunan cereyanlarla ve mefkûrelerle itilâf edebilir. Halkçılıkla Türkçülük daima el ele verecek, yeni mefkûreler âlemine beraber yürüyeceklerdir. Her Türkçü siyaset sahnesinde halkçı kalacaktır. Her halkçı da hars sahasında Türkçü olacaktır. Siyasette mesleğimiz halkçılık, harsta mesleğimiz Türkçülüktür(Ziya Gökalp)

Ziya Gökalp’in temel düşüncesi bir Türkçünün Türk Siyasi hayatında halkçı bir yok izleyen partileri kültürel alanda ise Türkçülüğün temel kaidelerini uygulaması ve desteklemesi gerektiğidir. Türkçülerin kendini mecliste yansıtması toplumda olan bir topluluğun hükümetin farkına varabilmesini sağlar. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk önderliğinde Türkçü emeller ile kurulmuş ve yükselmiştir. Bu sebepten Ziya Gökalp’e göre her Türkçüler devletin her kolunda bulunmalıdır bunlardan en mühimi ise siyasette Türkçü mebusların bulunmasıdır. Türkçünün belirli bir partisi yoktur A veya B partili değildir o an Türk milletinin çıkarına olan duruma göre oy verir her alanda kıssası budur bu yapacağım hareket milletimin çıkarına mıdır düşüncesi.

Felsefi Türkçülük

Bilim, objektif ve olumlu olduğu için, milletlerarasıdır. Bundan dolayı, bilimde Türkçülük olamaz. Fakat felsefe, bilime dayanmış olmakla beraber, bilimsel düşünüşten başka türlü bir düşünüş biçimidir. Felsefenin objektif ve olumlu sıfatlarını kazanabilmesi ancak bu sıfatlara sahip olan bilimlere uygun olması sayesindedir. Bilim kabul etmediği hükümleri felsefe kanıtlayamaz. Bilimin kanıtladığı gerçekleri felsefe ortadan kaldıramaz. Felsefe, bilime karşı bu iki kural ile bağlı olmakla beraber bunların dışında tümüyle özgürdür.

Felsefe, bilimle çelişkiye düşmemek şartıyla ruhumuz için daha ümitli, daha heyecanlı daha teselli verici, daha çok mutluluk bağışlayıcı, büsbütün yeni ve orijinal varsayımlar ortaya koyabilir. Zaten, felsefenin görevi bu gibi varsayımları ve görüşleri arayıp bulmaktır. Bir felsefenin değeri bir taraftan doğal bilimlerle uyumlu olmasını derecesiyle diğer yönden ruhlara büyük ümitler, heyecanlar teselliler ve mutluluklar vermesiyle, ölçülür. Demek ki, felsefenin bir bölümü objektif, diğer bölümü sübjektiftir. Buna göre felsefe, bilim gibi, milletlerarası olmak zorunda değildir. Milli de olabilir. Bundan dolayıdır ki, her milleti, kendisine göre bir felsefesi vardır. Bundan dolayıdır ki ahlakta, estetikte, ekonomide oluğu gibi, felsefede de Türkçülük olabilir.

Felsefi Türkçülüğün temel esası toplumculuktur. Türk felsefesi bireysellikten uzaktır benci değil bizci yapıya sahiptir. Tüm bu birleştirici kahramanlık felsefesi ile Türkler defalarca dünyaya cihangir olmuştur. Türklükte kendini feda etmek sıradan bir olaydır hatta toplumda işe yaramadığını hisseden bireyler intihar eder bu yaygındır. Türk nehir gibidir yerinde duramaz akar uzak memleketlere adalet ve hayat götürür. Felsefesi budur misal bir Almanın felsefesi daha detaylıdır işi enine boyuna düşünür en az hasar ile olaydan ayrılır. Bizler o kadar düşünmeyiz uygularız deneme yanılma metoduna güveniriz. Geçmişten ders çıkartarak ilerleriz.

İktisadi Türkçülük

Türkler, en eski zamanlarda, göçebe hayatı yaşıyorlardı. Bu zamanlarda, Türk ekonomisi çobanlık esasına dayanıyordu. O zamanlarda, Türklerin bütün servetleri koyun, keçi, at, deve, öküz gibi hayvanlardan ve yedikleri süt, yoğurt, peynir, tereyağı, kımız gibi hayvan ürünlerinden ibarettir. Giydikleri de bu hayvanların postekileri, derileri, yünleri ve yapağıları idi. Göçebe Türklerin sanayisi de, hep hayvan ürünleri üzerine çalışırdı. Develerin ayağından ayak adı verilen kımız kadehleri, öküzlerin oyluk kemiğinden kımız sürahileri yapılırdı. Hayvanının en kemiği, ne boynuzu, ne bağırsağı, kısaca hiçbir şeyi atılmazdı. Her dokusundan Türk’e özgü bir küçük endüstri ürünü meydana getirirdi.

Bundan uzun bir zaman önce Türk milleti sanayi devrimini ıskaladı. Yeni dünyanın trenini kaçırdı. Tarıma dayalı ekonomisini Sanayi ekonomisine çeviremeyen Osmanlı imparatorluğu zayıfladı ve parçalanıp dağıldı.

Fakat Mustafa Kemal Atatürk döneminde Türk milleti dünya ekonomisine varlığını kanıtlar nitelikteki adımlara imza attı. Şeker fabrikaları kuruldu. Uçak fabrikaları kuruldu. Hollanda’dan 30 uçak siparişi alındı. İlk kadın savaş pilotuna biz sahip olduk. Sanayide modernizasyonda büyük başarılara imza attık. İthalatı azalttık yerli ve milli politikalar izledik yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı prensibine dayanan büyük bir ekonomi kuruduk. O kadar büyük bir ekonomi kurduk ki bir zamanın mağlup devletlerinden olan Osmanlının miraskarı olan Türkiye Cumhuriyetini zamanla dünyanın en büyük sekiz ekonomisinden biri yaptık. Tüm bunlar sayesinde dışarıdan emir almadık hür irademizle hareket ettik istiklalimizi muhafaza ettik. Osmanlının İmparatorluğunun yıkılış dönemlerinde kurulan Duyunu Umumiye bize ekonomide Türkçülüğün önemini gösteriyor. Bir zamanlar dış devletlere o kadar borcumuz vardı ki para ödememek karşılığında iç işlerimize karışılmasına izin veriyorduk artık milli onur devlet sırrı denilen bir şey kalmamıştı Türklüğe dair her olgu ayaklar altındaydı şükür Türk ulusu o günleri de atlattı.

Emirhan Yılmaz

Kaynakça


Kitaplar;

Ziya Gökalp-Türkçülüğün Esasları
Ziya Gökalp-Türkleşmek,İslamlaşmak,Muasırlaşmak
H.Nihal Atsız-Makaleler I,Makaleler II,Makaleler III
Uriel Heyd-Türk Ulusçuluğunun Temelleri
Prof.Dr.Remzi Oğuz Arık-Türk İnkilabı ve Milliyetçiliğimiz
Peyami Safa-Türk İnkilabına Bakışlar

Siteler;
http://www.nihal-atsiz.com/
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/339696
https://www.cokbilgi.com
http://www.turktoresi.com
http://www.wikizero.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Milli Mücadele Döneminde Giresun ve Giresunlular

Kuruluş Dönemi Osmanlı Devleti ve Bizans İmp. Arasındaki Anadolu da ki Mücadeleler